MİLLİ AHLAK VE KÜFÜR ALIŞKANLIĞI ÜZERİNE

Merhum Ziya Gökalp ve yolbaşçımız Atsız'ın kaleme aldığı makalelere bakarsak "milli ahlak" diye bir kavram söz konusudur ve bu sebeple bir Türk ahlakı da mevcuttur. Bu ahlak kurallarını milletin örf ve adetlerinden, töresinden almaktadır. Türk ahlakı yüce bir ahlaktır ve örnek bir ahlaktır. Dalkavukluğu, sapkınlığı, azgınlığı ve cıvımayı elinin tersiyle iter. Kımız, rakı içilebilir ancak alkol alınırken bile devlet işlerinde cıvınmaz, sarhoş olunsa bile "Bed-maye olan anlaşılır meclis-i meyde İşret, güher-i ademi temyize mihektir." beytinin manası akıldan çıkarılmaz. Başkalarının karısına, bacısına yan gözle bakılmaz. Evli olan kadına da yan gözle bakılmaz, o kadınlardan herhangi biri de aynı hassasiyete sahiptir. Karşı cinse karşı cinsel taaruz kabul edilemez, milli ahlaka uygun görülmez. Türk ahlakı toplum bilinci çevresinde gelişmiş bir ahlak olduğundan bireysel menfaatten ziyade toplum menfaatine önem verilir ve bunun zedelenmemesi için uğraşılır.

Genel özellikleriyle Türk ahlakı budur. Daha fazlası da vardır fakat kabataslak bir çizim yaparsak her Türk evladının sahip olması gereken ahlak bilinci bunun gibidir.

Öncelikle bu konunun muhaliflerine hitaben bir takım soruları yanıtlayarak yola çıkmak isterim:

Soru: Bugün memlekette birçok ahlaksızlık olayı görülmekte, ahlakın yozlaştığı belirtilmektedir. Eğer Türk ırkı bu kadar sağlam bir ahlaka sahipse neden bugün birçok mide bulandırıcı vaka gözlenmektedir?

Yanıt: Her şeyden evvel yozlaşma bugün memlekette uygulanan ahlak kurallarının özümüzde sahip olduğumuz Türk ahlakından uzaklaşması ile alakalıdır. Ne zaman ki Avrupalıdan ahlakı aldık, o zaman yozlaşma görülmeye başladı. Çünkü milli ahlakın elden gitmesiyle birlikte örf ve adetlerimiz, hukuğumuz, adalet anlayışımız da mutasyona uğradı. Buna sunabileceğim en net kanıt Türkistan Kazaklarıdır. Bunların bir bölümünde halen daha eski Türk örfü uygulanmaya devam etmektedir. Aynı görüntüleri Kırgızistan Türklerinde de gözlemledim. Örneğin siz genç bir erkek olarak bu memleketlerde kalacak yer alırsanız size mutlaka kapılarını açarlar, son derece misafirperverdirler. Misafirperverlik olayı eskisi kadar kalmasa da bizde de geçerli bir durumdur. Dikkat çeken olay ise burada kadınların da sizi ağarlayabileceğidir. Çünkü akıllarından en ufak namussuzluk kırıntısı dahi geçmez. Okuduğum bir diğer bilgi de Türkistan Kazakları ile ilgili olandı. Burada damat adayı kızın çadırına giriyor ve birkaç geceyi o kızla aynı çadırda geçiriyor. Bu süre boyunca hiçbir iffetsizlik hadisesi, kötü olay yaşanmıyor. Yalnızca birkaç geceyi geçirme oluyor ve bu birkaç gecenin ardından eğer ki kızın gönlü varırsa erkeği kabul ediyor. Varmazsa da erkeğin hiçbir itirazı olmuyor, son derece ağırbaşlılıkla yerine dönüyor.
Bugün biz bu niteliklerin birçoğunu yitirdik. Özümüzde ise bu kültür yer etmişti. Bizim de bundan bir farkımız yoktu. Namus nedir bilirdik. Ahlaklıydık ve bu konuda hassastık. Geçen süreçte yukarıda bahsettiğimiz değişim dolayısıyla bu özelliklerimiz de yozlaşmış oldu.

Bir diğer meseleye de değinmek isterim. Bugün bu konular tartışılırken insanın aklına gelen ilk memleketlerden biri İzmir oluyor. Bu acı tablonun açıklaması İzmir'de bu çirkinliklere karışan insanların birçoğunun yedi göbek İzmirli olmayışı ile alakalıdır. İzmir Kürt vatandaşların en çok göç ettiği şehirlerden biridir. Genellikle muhafazakar Kürtlerin çocukları ailelerin dayattığı sert kurallardan usandıkları gerekçesiyle İzmir gibi Batı illerine göçmektedir. Bu kurallardan bıktıkları için geldikleri yerde onlara dayatılan kurallar miktarı ile doğru orantılı şekilde açılmaya başlarlar. Bugün İzmir'de haber olan midesiz olayların başrollerinin soyları iyice araştırılmadan İzmirliler hakkında sonuca varılmamalıdır. Evet, İzmirliler bazı şeylerden kolay etkilenirler, bu "şey"lerin başında da solculuk gelir. Buna rağmen has İzmirliler namuslu insanlardır. Ahlakın yozlaşmasına katkıda bulunan gerçek bir İzmirli kolay kolay bulunamaz. İzmirlilerin giyim kuşamını bunda bir kıstas olarak belirleyen bazı gerizekalılar bulunmaktadır. Bilinmelidir ki insanların giyim kuşamına göre ahlak karinesi belirtenler sadece yobaz, örümcek kafalı zihniyetin ürünleridir. İklim giyim kuşamda önemli bir faktördür ve İzmir'in havası da sıcaktır. Bu yüzden insanları açık giyinebilir. Bunu ahlaksızlığa bağlamak için de sağlam bir geri kafalı olmak gereklidir.

Soru: Ahlak neden milli bir kavram olsun, ana babanın öğrettikleri ahlakı sağlamaz mı?

Yanıt: Ana babanın öğrettikleri şeyler de törenin bizlere kalan mirasıdır. Yani o ana baba kendi uydurdukları kuralları çocuklarına öğretmez. Atalarından gördükleri doğruları ve yanlışları öğretirler. Bu yüzden bu geniş bir perspektiften bakılınca soya dayanan bir kavramdır. Türk soyu da Türk ahlakını bilir. Kül Tigin, Bilge Kağan, Metehan atalarımızın savaş ahlakı, toplum içindeki ahlakı soydan soya aktarılmış ve milli ahlak ortaya konmuştur.

Buradaki bir mevzu da ahlakın dini kurallarla belirlenmediğine işaret eder. Bilge Kağan Müslüman, Yahudi ya da Hristiyan değildi. Hatta Budizm'e sıcak bakmış bir liderdi ve Türklerin resmi dinini Budizm yapmayı önermişti. Bir bilge olan Tonyukuk Budizmin kanımızda olan acuna hükmetme, savaşçı olma niteliklerini zaafa uğrattığını bildiğinden bu öneriye karşı durmuştu ve bu yüzden Budizm resmi din olmamıştı. Bu tablodan bazı çıkarımlar yapabiliriz:
1.Görüyoruz ki Türk ahlakı diye bir şey söz konusuymuş. Bizim bu konudaki niteliklerimiz ile Budizm taban tabana zıt imiş. Bu sebeple Budizm elimizin tersiyle çevrilmiş. Demek ki ahlak dine bağlı bir kavram değilmiş. Biz Budizm'i benimsemeyerek namussuz olmamışız.
2.Türk ahlakının bir diğer özelliği de dalkavukluğa yer vermemesiymiş. Koskoca Bilge Kağan'a dahi itirazlar söz konusuymuş, kimse yaranmaya çalışmıyormuş.
Tarihsel süreçte dalkavukluğun en çok göründüğü dönemler Osmanlı'ya karşılık geliyor. Osmanlı'nın en büyük hatalarından biri, önemli mevkileri, tertemiz Türk kanı taşıyan kişiler yerine devşirmelere emanet etmeleri. Devşirmelerin bu kadar yükselmiş olmaları onların dalkavukluk konusunda üstün olmalarındandır. Türkler dalkavukluğa, yalakalığa gelemezler. Her zaman doğru bildikleri neyse onu savunurlar. Dolayısıyla yozlaşmanın temeline indiğimizde bunda bir bakıma Osmanlı'nın devşirmelere uyguladığı geniş tolerans da görülmekte çok üzücü bir şekilde...

------------------------

Değinmek istediğim bir mesele de küfür konusu. Bugün gece vakti dışarı çıktığım zaman toplu halde gezen gençler görüyorum. Bu gençlerin bağıra çağıra küfür ettiklerini duyuyorum ve bu benim asabımı fazlasıyla bozuyor.

Her şeyden evvel küfür benim için sakıncalı bir konu değil. Hatta çok sinirlendiğim zaman ben de küfür ederim.

Benim buradaki şikayetim bu gençlerin çevrelerinde olan insanları düşünmeden, etraflarına saygıları olmadan, hadsiz hadsiz küfür etmeleri.

Bizim ahlakımızın toplum menfaatine kurulu bir ahlak olduğundan söz etmiştim. Toplum menfaati burada da söz konusu olur. Toplum arasında hiç düşünmeden, bağıra çağıra küfürler eden bir insan, bu davranışıyla topluma da olumsuz etkiler bırakır. Çevresini rahatsız ederek baştan toplum menfaatini çiğnemektedir. O küfürleri işitmek istemeyen birçok insan bulunabilir çevrede. Bu da o gencin çevresine saygısı olmadığı gibi medeniyetten de nasibini alamadığına işaret eder.

Bir de bu küfrün her cümleye meze edilmesi de vardır. Örneğin her cümlesinin sonunda bir "a..na k..ım" eklemesi yapanlar görülmektedir. Bu bu insanların dil dağarcığının ne kadar zayıf olduğunun bir göstergesidir.

Türkçe çok zengin bir dildir. Tartışmalarda sunacak argüman bulamayan, cümlesini hangi sözcükle bitireceğini bilemeyek kadar zayıf dağarcığa sahip kişi her cümlesini bu gibi basit ve sürekli tekrar eden küfürler ile bitirir. Bu da o kişinin ne kadar cahil, ne kadar vasıfsız, ne kadar önemsiz ve ne kadar geri bir insan olduğuna göstergedir. O kişinin yapması gereken şey: kendini eğitmesi, bolca Türkçe eser okuyarak kelime haznesini geliştirmesi ve yeni kelimeler öğrenmeye gayret etmesidir. Bugün, birçoğumuzun anlayamadığı onlarca kelime bulunmaktadır. Bu kelimeleri öğrenmek de hepimizin yararına olacaktır.

Zengin Türkçe şiirsel küfürler de içermektedir. Kimsenin anlamını bilemeyeceği, kelime bilgisi gerektiren ve hatta entelektüel tartışma ortamlarında kullanılan küfürler mevcuttur. Sürekli aynı küfürlerin tekrarlanmasından ise bu küfürlerin bilinmesi de kelime dağarcığına katkı sağlayabilir. Arkadaş ortamında bu çeşitliliğe yer veren insana da lafım olmaz. Sadece tek gereken bu insanın da oturup kalmasını bilmesi, nerede ne konuşacağının farkında olması, çevresini rahatsız etmemeye özen göstermesidir. Bu yüzden insan arasında, toplumun işiteceği ve rahatsız olacağı küfürler etmesi doğru bir davranış olmaz ve ben bunu eleştirmeye devam ederim.

Küfür benim için bizlere verilmiş sınırlı sayıdaki haklardan biri gibidir. Bu hak az ve yerinde kullanılırsa önemini kaybetmez. Olur olmadık yerde küfür etmektense en uygun anda, taşı tam gediğine koyacak bir küfür savuruvermek, yeri geldiğinde büyük Türk düşünür Nasreddin Hoca gibi keskin bir zekanın da göstergesi olabilir. İnsanlarda olumlu etki bile bırakabilir. Yani önemli olan şey bu davranışın cıvkı çıkarılmamalıdır. Öz ve az olması sağlıklı olandır. Küfür duyguları da yatıştırabilen bir merhem olabilir yeri geldiğinde.

Uzunca lafın kısası tüm bu davranışlarda yapmamız gereken toplum menfaatine zararımız dokunup dokunmadığını iyice ölçmektir. Eğer ki o davranış bunu zedeleyecek bir tutum ise üstünde durmamak ve o davranışı da alışkanlığa dönüşmeden hayattan çıkarmak gereklidir. Bilmemiz gereken şey bir alışkanlığın çok tekrar ettiğinde davranışa, davranışın da çok tekrar ettiğin de karakterin bir parçası haline geldiğidir. Bu yüzden bu konuda hassas olunmalıdır.

7 Mayıs 2019
Alp KORKMAZ

Yorumlar